Futbolun Yüzü Kızardı..!    Pele'nin hayatı    Hüseyin Göçek dosyası..!    Umut Bulut'un Schalke'ye Attığı Gol    Taci Kalkavan     Can Bravo    Sıla    Haftanın Analizi    Looking for istanbul    Adnan Polat şike soruşturması     Aziz Yıldırım şike soruşturması     Semih Kaya     Galatasaray - Real Madrid     Bilerek kar gördüler    Hikmet Karaman     İzmir Saat Kulesi     Faceden Kaçış Yok    Esaretin Bedeli     Morgon Freeman    Yoksulluk   

24 Şubat 2012 Cuma

Beckham anlatıyor: Eric Cantona..!


Kendisine gelmiş geçmiş en büyük Fransız futbolcunun Zidane mı yoksa Platini mi olduğu sorulduğunda "hayır benim" diyerek cevap vermiştir..! 


Her iyi takımın güçlü bir lidere ihtiyacı vardır.Geçmişte United'ın lideri Bryan Robson'dı.Kısa zaman öncesine kadar Roy Keane vardı. Ama o sezon bizi hizaya sokan adam, ekim ayının başlarına kadar henüz takıma katılmamıştı.Önceki sezon Leeds'de oynarken şampiyon olan Eric Cantona ile 1992 kasımında sözleşme imzalanmıştı. Leeds'deyken onun bir kaç maçını izlemiştim ve iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum ama O, Old Trafford'a geldikten sonra farklı bir şeyler olmaya başladı.Çok kısa bir zaman içinde Eric hepimizin idolü haline geldi.Sanki çevresinde bir aura vardı:O ne zaman bir odaya girse odadaki her şey dururdu.Varlığının bir ağırlığı vardı. Ve bu ağırlığı zamanla bütün Manchester United oyuncularının taşıdığı bir özellik haline getirdi.

Birlikte oynadığımız ve antrenman yaptığımız onca zaman boyunca Eric'le bir kez olsun futbol konuştuğumu hatırlamıyorum.Dürüst olmak gerekirse, oradan buradan konuştuğumuz bir kaç kelimenin haricinde onunla herhangi bir şey hakkında sohbet etmedik.Çok kişinin de onunla etraflıca konuştuğunu sanmıyorum; özel hayatını kendine saklardı.

Maçlardan ve antrenmanlardan sonra hemen ortadan kaybolurdu.Onun kendine ait bir özel hayatı olduğunu ve işlerini kendine has bir biçimde halletiğini kabul etmiştik.Küçük Vauxhall Nova arabasını kullanarak antrenmana gelir ve kapıya tutunarak direksiyona yapışmış olan 1.93 boyundaki vücudunu dışarı çekerdi.işini yapar ve sonra antrenman sona erince de arabasına zorlukla girer ve giderdi.Yalnızca bende ve diğer oyuncularda değil, bütün kulupte yarattığı etki müthişti.Onunla konuşmazdık ama kendi aramızda sürekli onun hakkında konuşurduk.


Eric benim gözümde kusursuzdu.Ve sanırım patron(Ferguson) da biraz ondan çekiniyordu.Bir gece Batman filminin galasına gitmiştik.Bütün kulüp davetliydi ve bu nedenle hepimizin siyah kravat takması gerekiyordu.Eric galaya beyaz bir takım elbise giymiş ve ayağına da parlak kırmızı Nike ayakkabılarını geçirmiş olarak geldi.Kıyafet seçimlerim nedeniyle patronun kulaklarımı çektiği çocukluk günlerim aklıma geldikçe kendime gülüyorum.

Kendisine geri kalanlarımızdan farklı davrandığı için ona hiç darılmadık.Eric özeldi, o bizden farklıydı.Bunu patron ve bütün oyuncular da biliyordu.İnsanlar pek bunu denemeye kalkmıyorlardı ama denediklerinde de Eric derslerini veriyordu.

Bir gece maçtan sonra bir "takım buluşması" ayarlamıştık.Arkadaşlarla birlikte dışarıda takılacağımız ama çağrılan herkesin de gelmesi gereken bir buluşmaydı.Saat 18:45'te Manchester'da Four Seasons adlı bir yerde buluşup oradan hareket edecektik.Saat 19:00 olduğunda Eric hariç herkes oradaydı.Sonunda Eric geldi ve Giggsy eliyle saati gösterdi.

"Saat yedi oldu, Eric"

Ryan antrenmana geç kaldığımızda bize saati hatırlatan patron gibi konuşmaya çalışmıştı. Eric yanıt verdi:

"Altı kırk beş."

Giggsy saatine baktı ama o daha bir şey söylemeye fırsat bulamadan Eric ceketinin kolunu sıyırıp hepimizin o zamana kadar gördüğü en güzel Rolex saati göstererek sırıttı:

"Altı kırk beş"

Tartışma bitmişti. Nasıl olur da o saat ya da saati koluna takan adam zamanı şaşırabilirdi ki?


Eric'i özellikle antrenman yaparken seyretmek bir futbol dersi izlemek gibiydi. Her gün antrenmandan sonra Cliff'teki bir sahada kendi başına bir antrenman daha yapardı.Serbest vuruşlar kullanır ve tam beklediğimiz gibi dönüşlerini ve kendisine ait diğer numaraları çalışırdı.Ama çoğunlukla en basit şeyleri çalışırdı. Topu olabildiğince yükseğe diker ve sonra kontrol etmeye çalışırdı.Topu önce sağ ayağıyla sonra sol ayağıyla duvardan sektirirdi.Eric Avrupa'nın en iyi oyuncularından biriydi ama benim Chase Lane Parkında babamla yaptığım çalışmaların aynısını yapıyordu.

..Patron bize Eric'in 1994 Kupa Finali'nden öncesiyle ilgili hikayesini anlatırdı.Patron onu otelin hemen dışında kendi kendine çalışırken görmüş.Ve Eric'in kendisi için başka herkesin koyabileceğinden yüksek standartlar koyan bir oyuncu olduğunu anlamış.O, Patron da dahil olmak üzere hepimiz için bir örnekti.

..United formasını giydiği andan itibaren yaptıkları muhteşemdi.United'ın 1992-93 sezonunda şampiyon olmasının anahtarı 3 ay gecikmeli de olsa Eric'in takıma katılmasıydı.Böylece kulubün onca yıllık bekleyişine bir son vermişti.Bir sonraki sezon da kupayı yeniden kazanmamıza büyük katkısı oldu.

O iki sezon boyunca ben as takımda oynamamıştım ama nihayet Eric'le birlikte oynadığımız zaman bütün bu başarının ardındaki ateşleyicinin o olduğunu anladım.Takıma o liderlik yapıyordu.Geri kalanlarımız onu takip ediyorduk.Bu nadir rastlanılan bir özellik: Bize ya da başka herhangi birine bir şey söylemesi gerekmeyen, doğuştan bir kaptan.Eric'in takıma liderlik yaptığını duymanıza gerek yoktu.Onu sahada formasının yakasını kaldırmış ve dünyaya meydan okur bir halde görmeniz yeterdi.

İnsanlar Eric hakkında konuşurlarken, hep onun kariyeri boyunca oynadığı takımlardan gönderilmesine ya da daha kötü olaylara değiniyorlar.Benim gördüğüm kadarıyla ise bütün büyük oyuncuların karakterleri ve oyunları sivridir.Bu sivrilik onları sıradanlıktan çıkarır.Ve kariyeriniz boyunca da böyle bir karaktere sahip olursanız er geç yetkililerle sorun yaşarsınız..

Onunla birlikte futbol oynadım ve onunla ilişkim bu kadardı.Soyunma odasına ve takıma getirdiklerine bir baktığımda yeteneğini, tutkusunu ve adanmışlığını görüyorum.Geri kalanların benim için bir önemi yok.Oyununu oynadı ve hayatını bildiği gibi yaşadı.Ve böyle yaparak bizim için de yaptıklarını özel bir hale getirdi.Nasıl Eric Cantona ya da yaptıkları hakkında kötü bir şey düşünebilirim ki?

David Beckham ona çok şey borçludur,Manchester United ise daha da fazla.


Eric'in kalabalığın içerisinde daldığı 1995 yılındaki o gece ben de Selhurst Park'taydım.Yedek kulübesinde değil, maçı birlikte seyrettiğim bir kaç arkadaşımla birlikte tribünlerdeydim.Crystal Palace'la yapılan maçtan çok, çıkan olayları hatırlıyorum.

Eric, Richard Shaw'a faul yaparak kırmızı kart görmüştü ve o taç çizgisinin yanı sıra yürürken kalabalığın içindeki bir adam diğer seyircileri ite kaka en ön sıraya kadar inmiş,avazı çıktığı kadar bağırarak onu tahrik etmişti.Bir anda Eric'i kalabalığın içine dalmış, tekme ve yumruklarını sallarken gördüm.Bütün olay bir kaç saniye içerisinde olup bitmişti ve Eric hızla soyunma odasına götürülüyordu.Sanırım gösterdiği içgüdüsel bir tepkiydi, doğal bir şeydi.Yolda yürürken o şekilde tahrik edilen herkes aynı şeyi yapardı.Spot ışıkları altındaki profesyonel bir oyuncu olması, Eric'in diğer insanlar gibi bir tepki vermesini engellemedi. Eric'in yaptığının doğru olduğunu söylemiyorum ama şunu göz önünde bulundurmak zorundasınız: Aynı koşullarda bir adam başka bir adama o şekilde bağırıyor olsaydı, sorun çıkmaması sürpriz olurdu.

...Aldığı ceza nedeniyle Eric Cantona sekiz ay boyunca futbol oynayamadı. O sezon hiçbir kupa kazanamadık. Eric'in yokluğunun takımı nasıl etkilediğini anlamak zor olmasa gerek.(syf 71)





..Her sabah Eric Cantona ile antrenmana çıkacağım için heyecan duyuyordum. 1995-96 onunla iyi bir başlangıç yapmıştık ama bundan da öte kaptanın hem kulübe hem de takıma dönmüş olması önemli bir fark yaratıyordu.Diğer oyuncular da aynısını yaparlar mıydı bilmem ama eğer Eric soyunma odasındaysa ne yaptığına bakmak ve maça nasıl hazırlandığını görmek için onu seyrederdim.Eğer o oradaysa etrafta olup bitenlerin farkına bile varmazdım.Kendimi bildim bileli Manchester United taraftarıydım, hala da öyleyim. Küçük bir çocukken soyunma odasına ilk kez gitme şansını yakaladığım zaman, Bryan Robson oturduğu yeri sormuş ve gidip oraya oturmuştum.Eric'le de durum aynıydı ve maçlara hazırlanırken onunla yan yana oturmama ve öğleden sonraki maçta onunla birlikte oynayacak olmama rağmen bu duyguyu yenemiyordum.

..takım ucuşa geçtiğinde Eric Cantona genellikle takımı ateşleyen kişi olurdu ama onun asıl etkisini gösterdiği maçlar özellikle zor maçlardı.Yılbaşından sonra arka arkaya bir dizi maçı 1-0 kazandık.United taraftarlarının golü kimin attığına bakmaya gerek yoktu, golü atan hep Eric Cantona olurdu...(arkasından hangi önemli ve dönüm noktası olan bir dizi maçta attığı golleri sıralıyor)

..10 numaralı formanın bir tarihi olmasıdır. Ama Tedd Sheringham bize transfer olduğu zaman, ben Malta'da tatildeyken Patronun bana telefon açıp formayı Teddy'e vereceğini söylediğini hatırlıyorum.Açıklama yok, başka bir seçenek yok, tartışma yok. O zamanlar Gary Neville'e şöyle demiştim:

"Bunu niye yaptı? Bunun için niye bana telefon etti? Tatilimi mahvetmek mi istedi?"

yıkılmıştım..Neyi yanlış yaptığımı bulmaya çalışıyordum.Sonra, sezon öncesi kampı için bir araya geldiğimizde bana 7 numaralı formayı ayırdığını gördüm. Patron bana Eric Cantona'nın formasını vermişti. O Şerefin bende yarattığı şokla olduğum yerde donakalmıştım.



Cantona vs sunderland 1996 - Futbol tarihinin en karizmatik gol sevinci bu golden sonra yaşanmıştır


Taraftara attığı tekmeden, yaptığı inanılmaz gol vuruşlarına kadar her davranışının yüzde yüz duygu ve inanç dolu olması onu "eric the king" yapmış ve adı karizmayla hep beraber anılmıştır.


Cantona'nın Crystal Palace maçında attığı unutulmaz uçan tekme..!


Resmi maçlarda kullandığı 17 penaltının 16'sınıda kaleciyi ters köşeye yatırmış ve tüm penaltıları gole çevirmiştir. Sadece hazırlık maçında kullandığı bir penaltıyı dışarıya yollamıştır. işte o kaçırdığı tek penaltı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder